2016-2017 | Page 14

14 SİLİNDİR VE KEMAN THE CLAPPER 2016 - 2017 Andrey Tarkovski’ye ithafen... Kasvetli apartmanımızın bir o kadar kokuşmuş merdivenlerinden aşağıya her günkü gibi bir elimde nota defterim, diğer tarafımda annemin altınlarını saklayışı edasıyla tuttuğum yegane ve tek dostum kemanım isteksizce adımlamaya başladım. Çelimsiz vücudum ve paytak yürüyüşümden ne kadar kendim de nefret ediyor olsam da zemin kata yaklaştıkça çoğalan çocukların aşağılayıcı bakışları kendimi o loşluktan bir an önce uzaklaştırma isteği uyandırıyordu. Aksilik de o ya , tam kendimi o grilikten kurtaracağım derken sokak çocukları başıma üşüştü ve kemanıma el koydu. Tanrı’nın lütfu mudur bilmem o anda basit kılıklı, üstü başı toz içinde birisi çıkageldi. Benim tersime bu güçlü vücuda sahip adamdan korkmuş olacaklar, çocuklar hemen kemanımı geri verdi. Normal zaman olsa annemin konuşmama katiyen izin vermeyeceği bu adam pervasızlığımdan olsa gerek hiç tadına doyamadığım baba-oğul ilişkisinin anahtarı gibi duruyordu. Keman dersime yetişmem gerektiğinden kurtarıcıma basit bir baş sallamasıyla mahcubiyetimi göstermekten fazlasını yapamadım ancak kafama koymuştum; sokaktaki diğer insanlardan farklı, onlardan daha özel olan bu adamla tanışacaktım. Kafamda bu düşüncelerle gezinerek keman dersinin yolunu tuttum. O meymenetsiz binaların arasından hızlıca sıyrılıp en azından biraz da olsa aydınlığa, güneşin ışıltılarıyla parıldayıp griliğini kaybeden, hiç değilse öyle hissettiren, açıklığa çıktım. Hayal dünyamla tamamen baş başa kalabildiğim dünyamda sonsuza kadar kalmak istiyordum. Ama el mahkum , küçük adımlarımla hapishaneme doğru yol alıyordum. Bazen şans yaver gitse gerek, hapishanelerde de mucizeler oluyor belli ki. Keman dersi için girdiğim bu şatafatlı binanın koridorunda yürürken duvardaki binlerce rublelik tablolardan daha ihtişamlı bir şey karşımda durmuş koltuğunda usulca oturuyordu: adeta bir prenses. Çocuk olabilirdim ama birkaç taktik biliyordum, olabildiğince olgun davranmaya çalışarak, ki başarısız olduğumu söyleyemem, sorularını yanıtladım. Bu sırada annemin bana geceleri okuduğu hikaye geldi aklıma: Adem ve Havva. Cebimden çıkarıp da elimde tuttuğum parlayan elma aşkın simgesiymiş anneme göre. Simge de ne demekse artık. Neyse aşk geçmiyor muydu işin içinde...Elmayı hızla bırakarak yüzünün halini görmekten bile mahrum içeriye,hocanın odasına girdim. Her çalışımda beni kısıtlayan,en büyük özelliğim hayal etmemi elimden alan bu kadından bahsetmek bile istemiyorum. Neyse işte, hocaya sahip olduğum sinirle binayı terk ettim ve hızla evin yolunu bir heves yürüdüm. Dediğim gibi, kafama koymuştum: o adamla tanşlacaktım. Gittiğimde daha önce hiç görmediğim bir kadın ile beraber farklı buharlı silindirleri bir ileri bir geri sürdüklerini gördüm. Kadın sanırsam ki garip hareketleriyle annemin konuşulmaması gerekenler listesinde birinci sıraya yükselirdi. Cennetten çıkma gülümsemesi hiç çıkmadan öyle duruyordu ki yüzünde, gören deli sanardı. O sırada adam beni daha da hayranlık içinde bırarak ona katılmamı rica etti. Havalı olacağım ya ,biraz tereddüt etmiş gibi yaptım ama sonra ellerimdeki her şeyi bir çırpıda bırakıp silindirin o rahatsız koltuğuna oturdum. Herhangi bir zübbeye sorsanız , sokaktakiler öyle diyorlar, silindir sürmenin keman çalmaktan daha zor ve eğlenceli olduğunu söylediğimde kahkahaya boğulurlardı. Ama gerçekten öyleydi; silindir gerçekti, güçlüydü, acımasızdı. En ufak bir harekette kırılacak kemanımın aksine bir Moskova’yı ezecek kadar heybetliydi. Günümün geri kalanını adını sonralardan öğrendiğim Sergei ile geçirdim. Keman çaldığım için ayrıcalıklı olduğumu söyleyenlerin aksine gün boyu böyle bir insanla neden daha önceden karşılaşmadım diye hayıflandım durdum. Çünkü Sergei yapmacık değildi, düzdü, aklında ne varsa söylerdi. Hayatı da öyleydi;düz, sade,basit. Önemsediği ekmeğiydi, umursadığı bugün. Bir gün işime yarayacağını umduğum sanatım o yana Sergei yarın kelimesinden tiksinirdi. Hayatın önemini zor yoldan öğrenince demek ki hayat daha anlamlı, günler daha kayda değerdi. Monotonluğun getirdiği alışmışlık, alışmışlığın getirdiği mutluluk belki de özeldi, her gün sıradanlıktan kurtulmak için sıradanlaşanların yaptığından daha mantıklıydı. Hayatımın ilk döv(ül)üşüne, izlediğim ilk yıkıma, yediğim ilk kuru ekmeğe tanıklık ettiğim bu gün kafamdan asla atamayacağım ve annemin ne kadar istese de silemeyeceği,çünkü motor yağı çıkmazdı, en mutlu günümdü. Günün sonunda da Sergei ile beraber sinemaya giderek bugünü noktalandırmak istedik ama yine annemin azizliği evden çıkamadım ve özel arkadaşımı yalnız,belki de o kadın yardmına yetişmiştir, bıraktım. Anneme kim olduğunu, nerede çalıştığını söylesem belki evden bir daha yalnız çıkmama izin vermeyecek olsa da ben Sergei ile o günden sonra da dost olmaya devam ettim. Bu süreçte hep acıdım o kıyafetleri şık ama kafaları boş insanlara. Ah keşke kıyafetlerini harcadıkları paranın bir kısmını bana verselerdi de söyleyebilseydim onlara önemli olanın “eller” değil “rezonans” olduğunu. M. Berk ALEMDAR 9-A