BEYAZ CENNET
Gözlerim kapanmadan önceki son penceresinden beyaz
tahtayı gördü. Beyaz, beyaz, beyaz… Kar tanecikleri
bembeyaz süzülüyordu. Hava soğuktu, güneş bu soğuğu
kırmaya çalışsa da yenik düşüyordu kar kaplı memlekete.
Yürüdüm, soğuğa aldırmadan karların içinden bir
yaşam belirtisi görmek için yürüdüm. Sonunda kendi
ayak izlerim dışında minicik, vücutlarının ağırlığından
basınca yenik düşmeden karda benden en az 5 santim
daha kısa izler bırakarak ilerleyen izlere rastladım. Onlar
büyük kentlerin mağdurlarıydı. Yani öyle düşünürdüm,
ta ki “Beyaz Cenneti” görene kadar. Bu öyle hayvanları
karın tokluğuna hapsettikleri bir yer değildi, tekmeleyip
korkutup sakin kalmalarını sağladıkları bir yer hiç değildi.
Burası kelimenin tam anlamıyla cennetten bir parçaydı.
Hani derler ya hayvanların ruhu olmadığı için bu dünyada
yaşayıp bu dünyada yok olurlar, cenneti görmezler ve
bedenleri çöplükte çürür diye. Burası onların ütopyasıydı.
Burası onların can bulduğu yerdi. Burası onların ikinci
baharlarıydı.
Soğuk belki dondurucuydu ama burada onlar için
inşa edilmiş yuvalar vardı. Her 5 metrede bir içine 3
köpeğin sığabileceği kulübe, karların beyazlığını saklayan
battaniyeler, kedilerin ve köpeklerin ve ihtiyacı olan
her şeyin koklayarak yerini bulabileceği yemek kapları
vardı. Duyarlı insanların her daim bu cennetin önünden
geçerken tazeledikleri su ve boşalmayan mama kapları…
Bu cennet belki bir şehri kaplamıyordu ama o şehirdeki
bütün hayvanları içine sığdırabiliyordu. Ve onlara sadece
yetinmeyi öğretmiyordu; lüks hayatı, eğlenceyi, refahı
tayin ediyordu. Benim kedilerim de – ki dünyadaki bütün
kedilere bana ait – oranın daimi ziyaretçisiydi. Özellikle
Aralık, Ocak ve Şubat aylarında en kalabalık zamanlarını
yaşıyordu beyaz cennet. Eh, ünü öyleydi çünkü. Kış
turizmi misali… En güzel tarafı ise orayı ben yaratmıştım
ve biliyordum ki Maviş’in de ruhu, bedeni ve gök mavisi
gözleri oraya aitti.
Gözlerimi ovuşturdum ve açtım. Karşımdaki beyaz
tahta yerinden hiç oynamamıştı. Sadece gözlerimin
kapalı olduğu 20 dakikada biraz renklenmişti. Üstünde
hücrelerle ilgili yazılar yazıyordu, hücrelerin hayatın en
küçük yapı taşları olduğuyla ilgili falan ama ben öyle
olmadığını biliyordum. Hayatın en küçük yapı taşları
beyaz cennette gizliydi.
Bu yazı Maviş’e adanmıştır.
SON
Felsefe dersi Ütopya çalışması
21. TÜRKİYE FELSEFE
OLİMPİYATLARI SINAVI
Okulumuz, 5 yıldır aktif olarak katıldığı Türkiye Felsefe
Olimpiyatı sınavları için 4 yıldır sınav merkezi olarak
devam etmektedir. Felsefeye ilgi duyan, düşünen ve
sorgulayan aynı zamanda güncel sorunlara değinen
bireyler yetiştirmek amacıyla, her yıl “Türkiye Felsefe
Kurumu” tarafından düzenlenen olimpiyat sınavı 4 Aralık
2016 Pazar günü 13 merkezde gerçekleşmiştir. Felsefe
olimpiyatı sınavında; Türkiye ve Dünya genelinde geçmiş
yıllarda elde ettiğimiz çeşitli başarıları devam ettirmek
adın bu yılda Erzurum ilinden ve bölgeden gelen lise
öğrencilerinin katılımıyla felsefe olimpiyatı sınavı
gerçekleşmiştir. Her yıl, 500 ila 600 öğrencinin katılım
gösterdiği sınavın ilk 50 sırlamasına giren öğrencilerin
sonuçları açıklanmaktadır. Katılan iki öğrencimiz (Perçem
İlke Akova ve Ersen Yurtman) ve İbrahim Hakkı Fen
Lisesi’nden bir öğrencimiz (Beyza Topcu) ilk 50 içinde
yer almıştır. Kendilerini tebrik ederiz ve Katılım gösteren
okullara ve öğrencilere teşekkürederiz.
74
THE CLAPPER 2016 - 2017
Asena ERBAŞI
12-A
Südar DUDU
Felsefe Grubu Öğretmeni