2014-2015 | Page 90

varım- dışında hiçbir şeyden emin olamayacağını öne süren şüpheci Descartes gibi, Russell da deneyimin dahi çözüm olabileceğinden şüphelidir, “belki” diyerek ancak bu şüpheci yaklaşım Russell’ın felsefesinde deneyimin inanca olan üstünlüğünü azaltmamaktadır. Çünkü inançların aksine felsefe şüpheden beslenmektedir ve bu durum Russell’ın deneyimciliğini desteklemektedir. Russell’ın şüpheci deneyimciliğinin es geçtiği bir nokta ise inançsal öğretilerin her kişide farklı etki uyandırdığıdır. Örneğin İslami tasavvuf anlayışını benimseyen Mevlâna ve Yunus Emre’nin inançları Buddha’nın felsefesiyle paralellik gösterir, hatta Spinoza’nın panteizmi ve Leibniz’in “monad” teorisiyle uyumludur. Bu düşünürlerin farklı adlar altında kastettiklerinin ne olduğu belki hiçbir zaman tam olarak bilinmeyecektir. Çünkü herkesin din, tanrı ve metafizik algısı farklıdır. Bu nedenle inançların sınıflandırılması yanlıştır. İslam tasavvufundaki “Vahde. -i vücut” düşüncesi ve Mevlâna’nın öldüğü gecenin “Şeb-i Aruz” olarak kutlanması, devir anlayışı. Buddha’nın nirvanaya ulaşma inancı ile paralellikler kurulabilir. Nirvana bütün olandır ve o bütüne ulaşmak yaşamın amacıdır. Yaşam, acılar bütünüdür. Çünkü insan asıl “bütün”den uzaktır. Leibnmiz’in fiziki ve ruhsal her şeyin “Monad” adı verilen metafizik parçalardan oluştuğunu öne sürmesi Spinoza’nın panteizmi ile ilişkilendirilebilir, zira “tanrı ya da doğa” derken kast edilen ikisinin bir olduğudur ve monad, her şeyin yapısını oluşturan tanrısal parçacıktır. Bu örneklerden anlaşılabileceği üzere bu filozofların hepsi inançlı insanlardır ve farklı inanç sistemleri adı altında kendi felsefelerini oluşturarak felsefenin “yaşamın anlamı nedir?” sorunsalına açıklama getirmişlerdir. Russell’ın varsayımı bu nedenle her iki açıdan da doğru ve yanlıştır. İnançlardan yola çıkarak izlenen felsefi yöntemleri de içinde bulunan cehalet karanlığı aydınlatabilmektedir. Kendi inanç sistemini oluşturmuş bir Saka Prensinin, bir Yahudi’nin ve bir Müslüman’ın felsefede benzer sonuçlara ulaşabilmesi bunun kanıtıdır. Demek ki içinde doğup büyüdükleri batıl ve “akıldışı” inanç sistemleri bu kişilerin kendilerini özgün ve özgür felsefeye yönlendirmelerine neden olmuştur. Russell bu açıdan yanlış düşünmüştür. Bahsi geçen filozofların ve felsefelerinin Russell’ı haklı çıkardığı nokta ise onların zaten “akıldışı” inançlarından sıyrılmış olduklarıdır. Ne Mevlâna ne de Spinoza dindar olmalarına rağmen dindarlıklarını bir dini öğretiyi her yönüyle kabul etmelerine bağlamıştır. Bu nedenle Russell’ın öne sürdüğü gibi onları aydınlığa çıkaran ve amaçlarına ulaşmalarını sağlayan şey kendi deneyimlerinden yola çıkarak mantıksız buldukları inançları kabul etmeyerek ve yerine yenisini düşünecek kadar özgür olmalarıdır. Söylediği şey farklı açılardan hem doğru hem de yanlış olduğu için Russell’ın “belki”li şüpheciliğinin nedeni anlaşılabilir. Kimin nasıl inandığı hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyeceğinden şüphecilik bir kez daha kendini göstermiştir. Bilimsel çalışmalar ve deneyler gösterdiği üzere, fiziksel olarak aynı olan renk ve tat gibi somut duyumlarının dahi herkes tarafından aynı algılanamaması soyut bir kavram olan “inanç”ın herkes tarafından farklı algılanmasını daha anlaşılabilir kılmaktadır. Bahsi geçen “inançlı” filozoflar bu nedenle soyutluğu herkese aynı algılatmayı amaçlayan ve kitaplara dayandıklarından ötürü güvenilirlikleri şüpheli olan dini inanç sistemlerini tamamıyla kabul etmeyi reddederek üzerlerindeki etiketleri atmış ve amaçlarını bulmak için kendi deneyimlerinden yararlanmışlardır. Doğal olarak bu kısımda filozoflar hakkında öne sürülen saptamaların da hepsi şüphelidir. Çünkü felsefi çıkarınlar özneldir. Felsefenin zıtlıklarla daha anlaşılabilir olmasını sağlayan “diyalektik” açıdan bakıldığında amaçsızlık cehalettir. Cehalet ise karanlıktır. Dolayısıyla bu karanlığı yok edebilecek şey bilgidir. Russell’a göre bilgiye deneyimlerle ulaşılabilir. Böylece karanlığa neden olan akıldışı inançlar da etkisini kaybedecektir. Felsefenin bağımsız düşünme sanatı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kişi felsefe yaptığında inançların boyunduruğundan kurtulacak ve karanlığı yok edecek bir bilgi ya da amaca ulaşacaktır. Farklı kutupları temsil etseler de bütün filozofların yaptığı budur. Herkes kendi karanlığını yenmiş ve bu uğurda yapılan her çalışma, yakılan her mum, insanlığın ortak mirası olan felsefe ateşini büyüterek çağdaş dünyanın aydınlanmasını sağlamıştır. İşte bu yüzden bireysel deneyimler karanlığı aydınlatmaktadır. Tıpkı tanrılar tarafından cezalandırılan Sisifos ve Prometheus’un hümanizm başkaldırısının başlamasını sağlayarak insanın kendi varlığının önemini anlamasına yardımcı olması gibi. SOSYAL BİLİMLER ZÜMRESİ ÖĞRETMENLER Zümre Başkanı Özgür TOPAL Tarih Öğretmeni Öğretmenler Südar DUDU Felsefe Öğretmeni Osman ELMALI (Part time) Din Kültürü ve Ahlak Bilg. Öğrt. Mark JOHNSON Economics Halil İbrahim MALI Bilgisayar Öğretmeni Kemal ÖZBERKSOY Coğrafya Öğretmeni Sevgi TUTİ KAYA Tarih Öğretmeni THE CLAPPER 2014 - 2015 90