varım- dışında hiçbir şeyden emin olamayacağını öne
süren şüpheci Descartes gibi, Russell da deneyimin dahi
çözüm olabileceğinden şüphelidir, “belki” diyerek ancak
bu şüpheci yaklaşım Russell’ın felsefesinde deneyimin
inanca olan üstünlüğünü azaltmamaktadır. Çünkü inançların
aksine felsefe şüpheden beslenmektedir ve bu durum
Russell’ın deneyimciliğini desteklemektedir.
Russell’ın şüpheci deneyimciliğinin es geçtiği bir nokta
ise inançsal öğretilerin her kişide farklı etki uyandırdığıdır.
Örneğin İslami tasavvuf anlayışını benimseyen Mevlâna
ve Yunus Emre’nin inançları Buddha’nın felsefesiyle
paralellik gösterir, hatta Spinoza’nın panteizmi ve Leibniz’in
“monad” teorisiyle uyumludur. Bu düşünürlerin
farklı adlar altında kastettiklerinin ne olduğu belki hiçbir
zaman tam olarak bilinmeyecektir. Çünkü herkesin din,
tanrı ve metafizik algısı farklıdır. Bu nedenle inançların
sınıflandırılması yanlıştır. İslam tasavvufundaki “Vahde. -i
vücut” düşüncesi ve Mevlâna’nın öldüğü gecenin “Şeb-i
Aruz” olarak kutlanması, devir anlayışı. Buddha’nın nirvanaya
ulaşma inancı ile paralellikler kurulabilir. Nirvana
bütün olandır ve o bütüne ulaşmak yaşamın amacıdır.
Yaşam, acılar bütünüdür. Çünkü insan asıl “bütün”den
uzaktır. Leibnmiz’in fiziki ve ruhsal her şeyin “Monad”
adı verilen metafizik parçalardan oluştuğunu öne sürmesi
Spinoza’nın panteizmi ile ilişkilendirilebilir, zira “tanrı
ya da doğa” derken kast edilen ikisinin bir olduğudur ve
monad, her şeyin yapısını oluşturan tanrısal parçacıktır.
Bu örneklerden anlaşılabileceği üzere bu filozofların hepsi
inançlı insanlardır ve farklı inanç sistemleri adı altında
kendi felsefelerini oluşturarak felsefenin “yaşamın anlamı
nedir?” sorunsalına açıklama getirmişlerdir. Russell’ın
varsayımı bu nedenle her iki açıdan da doğru ve yanlıştır.
İnançlardan yola çıkarak izlenen felsefi yöntemleri de
içinde bulunan cehalet karanlığı aydınlatabilmektedir.
Kendi inanç sistemini oluşturmuş bir Saka Prensinin, bir
Yahudi’nin ve bir Müslüman’ın felsefede benzer sonuçlara
ulaşabilmesi bunun kanıtıdır. Demek ki içinde doğup
büyüdükleri batıl ve “akıldışı” inanç sistemleri bu kişilerin
kendilerini özgün ve özgür felsefeye yönlendirmelerine
neden olmuştur. Russell bu açıdan yanlış düşünmüştür.
Bahsi geçen filozofların ve felsefelerinin Russell’ı haklı
çıkardığı nokta ise onların zaten “akıldışı” inançlarından
sıyrılmış olduklarıdır. Ne Mevlâna ne de Spinoza dindar
olmalarına rağmen dindarlıklarını bir dini öğretiyi her
yönüyle kabul etmelerine bağlamıştır. Bu nedenle Russell’ın
öne sürdüğü gibi onları aydınlığa çıkaran ve amaçlarına
ulaşmalarını sağlayan şey kendi deneyimlerinden
yola çıkarak mantıksız buldukları inançları kabul etmeyerek
ve yerine yenisini düşünecek kadar özgür olmalarıdır.
Söylediği şey farklı açılardan hem doğru hem de yanlış
olduğu için Russell’ın “belki”li şüpheciliğinin nedeni anlaşılabilir.
Kimin nasıl inandığı hiçbir zaman kesin olarak
bilinemeyeceğinden şüphecilik bir kez daha kendini
göstermiştir. Bilimsel çalışmalar ve deneyler gösterdiği
üzere, fiziksel olarak aynı olan renk ve tat gibi somut duyumlarının
dahi herkes tarafından aynı algılanamaması
soyut bir kavram olan “inanç”ın herkes tarafından farklı
algılanmasını daha anlaşılabilir kılmaktadır. Bahsi geçen
“inançlı” filozoflar bu nedenle soyutluğu herkese aynı algılatmayı
amaçlayan ve kitaplara dayandıklarından ötürü
güvenilirlikleri şüpheli olan dini inanç sistemlerini tamamıyla
kabul etmeyi reddederek üzerlerindeki etiketleri
atmış ve amaçlarını bulmak için kendi deneyimlerinden
yararlanmışlardır. Doğal olarak bu kısımda filozoflar hakkında
öne sürülen saptamaların da hepsi şüphelidir. Çünkü
felsefi çıkarınlar özneldir.
Felsefenin zıtlıklarla daha anlaşılabilir olmasını sağlayan
“diyalektik” açıdan bakıldığında amaçsızlık cehalettir.
Cehalet ise karanlıktır. Dolayısıyla bu karanlığı yok edebilecek
şey bilgidir. Russell’a göre bilgiye deneyimlerle
ulaşılabilir. Böylece karanlığa neden olan akıldışı inançlar
da etkisini kaybedecektir. Felsefenin bağımsız düşünme
sanatı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kişi felsefe
yaptığında inançların boyunduruğundan kurtulacak
ve karanlığı yok edecek bir bilgi ya da amaca ulaşacaktır.
Farklı kutupları temsil etseler de bütün filozofların yaptığı
budur. Herkes kendi karanlığını yenmiş ve bu uğurda
yapılan her çalışma, yakılan her mum, insanlığın ortak
mirası olan felsefe ateşini büyüterek çağdaş dünyanın
aydınlanmasını sağlamıştır. İşte bu yüzden bireysel deneyimler
karanlığı aydınlatmaktadır. Tıpkı tanrılar tarafından
cezalandırılan Sisifos ve Prometheus’un hümanizm
başkaldırısının başlamasını sağlayarak insanın kendi varlığının
önemini anlamasına yardımcı olması gibi.
SOSYAL BİLİMLER ZÜMRESİ
ÖĞRETMENLER
Zümre Başkanı
Özgür TOPAL Tarih Öğretmeni
Öğretmenler
Südar DUDU Felsefe Öğretmeni
Osman ELMALI (Part time) Din Kültürü ve Ahlak Bilg. Öğrt.
Mark JOHNSON Economics
Halil İbrahim MALI Bilgisayar Öğretmeni
Kemal ÖZBERKSOY Coğrafya Öğretmeni
Sevgi TUTİ KAYA Tarih Öğretmeni
THE CLAPPER 2014 - 2015 90